Tarih denilen kısacık tik-taklı zaman dilimi baştan aşağıya hep suçlamalarla doludur; neresinden başlasak ne ortasını, ne de sonunu getiririz.
Lakin bütün bütün ümidi kesmemelidir…
Vicdanlardaki yükü azaltmak için Günah Keçisi ne güne duruyor?
Suçlamaların, ihsas ettirmelerin, töhmet ve kabahat altında tutmanın tamamını Günâh Keçisine yükleyip kurtulması güzeldir, ferahlatıcıdır, rahatlık verir.
Günâh Keçisi, zavallım…Yahudiler tarafından çöle, kaderine bırakılan ve orada ölüme terk edilince, güyâ geride kalanların bütün kabahatlerini üstlenip yok eden biçâredir.
Aslında, Günâh Keçisi, Tevrat’ın kıvrık köşelerinde unutulmuş, asırlar boyunca gözden kaçmıştı…
Eh, keçi bu, kâh kayaya tırmanır kâh uçurumda kaybolur…
Bilirsiniz, Hıristiyanlar akıllıdır, duruma göre İncil’i arada bir torna tezgâhında yontar gibi, orasından burasından değiştiriverirler, fazlasını alıp cila atarlar. İncil’in değiştirildiği zamanlardan birinde, yani 1530’da, keçi ortaya çıkıverdi.
O güne dek bilinmiyordu. İngiliz papaz William Tyndale editörlüğündeki din adamları yayın kurulu eşliğinde hazırlanmış tıpkı basım İncil’de, ilk kez yer aldı. İşte o zamandan beri günâh keçisi benzetmesi, yani Latincesiyle Caper Emissarius, kabahati başkasına yüklemek üzere kullanılır.
Mesela, Karl Marks, insanlığa dair sıkıntıların tüm kabahatini kapitalist sisteme yükler; Charles Darwin ise bütün dinlerin başa bela olduğunu söyler;  Dr.Freud ise seks ilişkisini töhmet altına alır, seksüel fantazilerin günahkâr olduğunu söyler; ünlü diyet uzmanı Dr.Atkins, İncil’de adı geçmediği için patatesi Şeytanî bir yiyecek diye suçlayıp sakın yemeyiniz ikazıyla  Hıristiyanlara hatırlatır. 
Bunları sıralamaya kalkarsak yazıyı kısa kesemeyiz; kimse özdürüstlükle kendini keçi de ilan etmez, o hâlde geçelim.
Zaten, Nasreddin Hoca fıkrasında söylendiği gibi,
 “Kabahat samur kürk olmuş, ancak kimse üstüne almamıştır.“

İnsanlığın asıl sorunu sorgulamamak ve susmaktır. 

Selametle…