Burdur’un Çebiş köyünde yıllar önce yetim kalmış bir ileşber (Rençber), askerliğinde sıhhiye olmuş bölgenin tanınan ismi İğneci Cemal’in beş çocuğundan en büyük oğluydu. Babası adını Muhammet verdi. Belki de atalarından öğrendiği gibi şefaatine ve sevgisine layık olmak için Peygamberinin ismini vermişti. Ve ilk çocuğunun ölümünden bir umut bu ismi koydu. Mücadele kelimesinin tam karşılığı olarak dünyaya gözlerini açtı Muhammet. Doğumundan kısa bir süre sonra hastalandı ve yaşayamayacağını sanmışlardı. Çünkü abisinin de hayatı kısa sürmüştü.

Teke Yöresinin orta yerinde sayılan bu içine kapanık köyde kadim Türk kültürünün bir yansıması vardı. Yaşaması için çocuklarını cüz-i bir miktar karşılığı Sulur Kızı’na sattılar. Sulur Kızı : “Bu çocuğun adı ona ağır gelmiş.” dedi ve adını Yaşar verdi. Önemli bir mesaj veriyordu Sulur Kızı evrene, çevreye, inandığı Rabbine… Yaşasın diye dua edercesine Yaşar diyordu ve tüm köylüye de öyle dedirtti. Zamanla iyileşti Yaşar ve yaşadı. Günler geçti zaman oldu bir gün Sulur Kızı kayboldu, ortalıklarda yoktu. Yaşar, altı yaşına gelmişti. Cemal Dayı oğlunu ortada bırakacak değildi ya aldı geldi evine.

Okul zamanı geliyordu ve hâlâ nüfus kaydı yoktu Yaşar’ın. Kim gidecek ilçeye de kaydettirecek nasıl olsa bir ara nüfus memuru gelecekti. Zaten ölecek çocuk hiç kayıt ettirilir miydi? Nitekim okul zamanı gelen nüfus memuru kayıt edecekti. Cemal dayı adıyla ilgili olanları anlatınca nüfus memuru Mehmet adını verdi. Artık Cemal dayının oğlu Yaşar’ın adı, Mehmet oldu. İlkokulu köyde ortaokulu ise Arvallı’da okudu. Kavga dövüş hiç bitmedi hayatında. Hayat bir şekilde onu kaosun içine sürüklüyordu. Kendisinin olmasa arkadaşının ya da akrabalarının kavgalarına onların dertlerine dâhil oluyordu. Okuldaki kavgalarından aldığı ceza sebebiyle okul değiştirecekti. En yakın okul Bucak’ta idi. Bucak ortaokulunda okudu daha sonra son dönem oradan mezun oldu. 

Köye döndü bir hayat planı yapacakken ergenliğin tam ortasında Cemal dayıdan yediği bir dayak sonrası yeniden Bucak’a kaçtı. Meşhur Bucak sanayisinin mihenk taşlarından büyük isimlerinden Tornacı Dilsize çırak oldu. Evinin önünde bir göz odada kalıyordu. Çıraklıkla başlayan süreç kalfalığa doğru gitmiş, Dilsiz amcanın oğlu Muhammet askere gidince dükkânın idaresi neredeyse ona kalmıştı, en azından o kendini böyle sorumlu hissediyordu. Dilsiz amca gibi bir ustanın elinde olaylara farklı bakmayı, üretken olmayı ve her daim disiplini bir de hâliyle mecburen işaret dilini öğrenmişti. Bir gece vakti yaptıkları at arabasının bilyelerinde çıkan arıza sonrası dilsiz amcadan dayak yemişti. Yaşı da epey ilerleyince dayanamamış sabahında işi bırakıp köyde dükkân açmaya karar verdi. Çeltikçi’de indiği otobüsten sonra köye gitmek için geçecek bir araba beklerken Ortaokul Müdürü ile karşılaştı yine hayatında bir dönüm noktası gerçekleşecekti. Bir takım elbise ile fotoğraf çektirip öğretmen okulu sınavlarına girdiler. O yıl Burdur Kız Öğretmen Okulu ilk kez erkek öğrenci alacaktı ve yaklaşık üç buçuk senenin ardından sınavı kazandı. Bir anda hayatı değişti. Lise bitince öğretmen olacaktı. Babası okula giderken 45 kuruş para verirdi. O para da anca bir hafta yeterdi. Çalışması gerekiyordu artık. Oturduğu evin karşısında bir cam dükkânı vardı. Gidip gelirken çay içerken tornacılıktan kalma ustalığıyla yardım etmeye başladı camcıya. O zamanlar çeyiz vitrinlerine yapılan çiçek işlemeleri Isparta’da yapılıyordu. Ustayla birlikte Isparta’ya gittiği bir gün işlemelerin yapıldığı atölyeye girmiş ve sistemin nasıl çalıştığını görmüştü. Eee ne de olsa Tornacı Dilsiz İsmail Kahraman’ın kalfasıydı. Hemen Burdur’a gelip bir kamyon tekeri jantı ile elmastan kurduğu motorlu sistemle artık işlemeleri Burdur’da yapan tek camcı dükkânı olmuşlardı. Her akşam gelir sabaha kadar siparişleri yapardı. İyi para kazanıyordu artık.

70’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de sağ sol olayları kızışmaya başlamıştı. Çebiş’te kimse bilmezdi sağı solu. Ağalar kimi derse nereye derse oraya verilirdi oylar. O taraf tutulurdu. Zengin yerin garip çocuğuydu Mehmet. Nitekim ülkücü gençliğin lisedeki en önemli isimlerinden biri oldu. Cesaretine kimsenin diyeceği bir şey yoktu. Lise sona geldiğinde okuldaki bir kavga sonucunda ceza almış ve Çanakkale İmroz Adası’nda öğretmen okuluna sürülmüştü. Son yılını Bucak’tan arkadaşları Hasan Tülkay’ın, Hasan Konu’nun okuduğu İmroz’da tamamlayacaktı. Okuldan mezun olmaya yakın artık öğretmen olmak için Eğitim Enstitülerini de bitirmek gerekiyordu. Bir an evvel öğretmen olacak Mehmet, yeniden sınava girip Burdur Eğitim Enstitüsüne girdi. Ancak bu defa siyasi olaylar ayyuka çıkmış lisedeki zamanlarına göre yaşı arkadaşlarından da büyük olduğu için daha büyük sorumluluklar alıyordu. Ülkü-Bir Başkanlığı yaptığı sıralarda 45 günde 31 kez nezarete giren Mehmet’in avukatlığını dönemin ülkücü genç avukatları Halil Rışvanoğlu ve Mehmet Işık yapıyordu. Nerde bir kavga olsa Mehmet bir şekilde orada bitiyordu. Arkadaşlarının ilk aradığı haber verdiği isim oydu. Cıvlaz Deresi’nden NATO yoluna kadar her yerdeydi. Büyük bir kavgada bıçaklanmıştı. Hayati tehlikesi vardı ama yine hayat mücadelesini kazanmıştı. Uzunca bir süre hastanede yattı. Yıllardır köyde adı esamesi okunmayan sağ görüşün kimsenin bilmediği bazı kavramlar girmişti köye. Köyde insanların aklını çelen köyün ileri gelenlerince köylünün beynini yıkayan adama dönüşmüştü Mehmet ve arkadaşları. Üstelik başarılı da oluyorlar ve birçok da taraftar toplamaya başlıyorlardı. Ağalar beyler bir yandan bu durumdan çok rahatsız olsalar da bir yandan da zamanın bu yeni gençliğinden çekiniyorlardı. Silahların, sopaların, kavgaların arasında bir davanın adamı olarak bir yaz günü köyde orak biçerken tarlanın başına jandarma arabası geldi. Hayırdır inşallah dediler ama haberler iyi değildi. Burdur’da sol cenahın önemli ismi Avukat Mustafa Öztürk bıçaklanmıştı. Durumu çok ağırdı ve Mehmet Acar bıçaklamıştır diyorlardı. Elleri kelepçeli götürdüler Mehmet’i. Mahkemeye çıktıklarında görgü tanığı hâkime Mehmet Acar bıçakladı ben gördüm demişti. O anda ayağa kalktı Mehmet: “ İyi de hâkim bey benim adım Yaşar Mehmet Acar ben değilim ki o zaman onu tutuklayın.” dedi. Görgü tanığı bu ifadeleri duyunca “Evet hâkim bey bıçaklayan bu adam değil ben gördüm Mehmet Acar’dı.” dedi. Yine yırtmıştı Mehmet. Yaşar ismi onu bir kez daha kurtarmıştı. Hatta sonrasında Avukat Mustafa Öztürk iyileşmiş ve bıçaklayanın Mehmet Acar olmadığını da söylemişti.
Okul bitmek üzereydi fakat okuldaki olaylar bir türlü durulmuyor her geçen gün artıyordu. Nihayet son sınıfta okul bitmek üzereyken dönemin iktidarı aldığı kararla Mehmet ile birlikte birçok arkadaşını okuldan attı. Hemen dava açtılar ve dava sonucunda Ankara Eğitim Enstitüsüne kayıtları yapıldı. Girdikleri son sınavla Ankara Eğitim Enstitüsünden mezun olabildiler. Bu arada yaşı oldukça ilerlemiş ve evlenme zamanı da gelmişti. Nişanlı olduğu bir öğretmen adayı okuldan atılınca bu durumdan rahatsız olmuştu. Mehmet, Anadolu’nun bağrında garip bir köylü çocuğuydu ve durumu fark edince nişanı attı. 

Bir gün amcaoğlu dolmuşçu Halit’in düğününde abisiyle birlikte düğüne gelen Nurten’i gördü. Burdur Delibuba yokuşunda yaşayan bu genç kıza gönlü düşmüştü. Hemen araştırdı, evlerini sordu, yerlerini öğrendi. Bir sabah köyden gelen Cemal dayıyla Ayşe teyze akşama doğru istediler Nurten’i Mehmet’e. Kızın abisi kız kardeşini böylesine bir adama vermek istemiyordu. Memleketin orta yerinde elinde mikrofon megafon tören komutanlığı yapan militan dedikleri adama kız mı verilirdi? Ama nasipten öteye yol yok diye boşa dememişler. Osmanlı kadınıydı Nurten’in anası. Ölüm Allah’ın emri biz sorduk soruşturduk iyidir hoştur ama ülkücüdür diyenlerin referansıyla 9 Aralık 1979 yılında evlendi Mehmet Nurten’le. Düğün borcu 350 lira, öğretmen maaşı ise 15 liraydı. Düğün borcu öğretmenlik yaparak ödenemezdi. İnşaat ustası olan babasıyla çalışmaya başlamışlardı. Şu mücadeleli ömründe her daim çalışan çabalayan Mehmet aynı zamanda inşaatlarda demircilik yapardı. Çebişli demircilerdi onlar. Neredeyse yirmi kişilik ekiplerle çalışırlardı ve Bucak’ta birçok evin demirini döşemişlerdi. Yıllarca bitmeyecek borç üç buçuk ayda bitivermişti. 

Yaz atamalarında Bucak Susuz köyüne atanmıştı. Pazartesi yeni okulunda göreve başlayacak olan Mehmet, 1980 Eylülünde bir Cuma günü Nurten’le birlikte köy otobüsüyle şehre alışverişe gidiyorlardı. Jandarma yolu keserek otobüsün içerisine girdi ve elindeki kâğıtta üç isim yazıyordu. Mehmet Acar, Bekir Gülcü ve Ramazan Işık aranıyorlardı. Aamat emmi: “ İşte burada.” dedi. O anda Mehmet: “Siz öğretmen olan Mehmet Acar’ı arıyorsunuz değil mi?” diye sordu jandarmaya “Evet, o benim amcaoğlumdur. Bucak’ta görev yapıyor. Benim adım Yaşar.“ dedi. Otobüstekiler hemen durumu anladılar ve destek verdiler. Yaşar adı bir kez daha kurtardı onu. Jandarma otobüsçüye geri dönmesini ve gece ihtilal olduğunu söyledi. Aceleyle geri döndüler köye ve evdeki kitapları toprağa gömdüler. Köyün aranan gençleri Almancı birinin evinde ışık yakmadan yaşamaya başladılar.

Gel zaman git zaman yeniden tayinler açılınca 81 yılının Ocak ayında Susuz ’da göreve başladı Mehmet. Susuz köyünün unutulmaz öğretmenlerinden biri olmuştu. Her şeyden önce Susuz köyünün damadı, eniştesiydi. Hem köyün çocuklarının öğretmeniydi hem de İğneci Cemal’in oğlu olarak köylünün iğnesi, serumu, pansumanı ondan sorulurdu. Hatta büyük hastalıklarda, kazalarda bizzat eşlik eder hastanesinden doktoruna ilgilenirdi. 1981 yılında eşi hamile kaldı. Erken doğum neticesinde dünyaya gelen oğlu, Kadir gecesi günü doğdu ve adını Kadir verdikleri çocuk bir hafta sonra vefat etti. Şu ahir zamanda evlat acısını da yaşayan Mehmet’le Nurten’in aradan geçen 4 yıl boyunca çocukları olmadı. Zor zamanlardı. Meyvesiz ağaç diyenler, dölsüz kuru dal diyenlere inat, hocalardan doktoralara her yere gittiler. Nihayet yeniden hamile kaldı Nurten. Bu defa çok dikkat ettiler. Günlerce yattı Nurten ve bir haziran günü oğlu oldu Mehmet’in. Ülkücü dünyanın içinde hemhal olmuş bu adam oğlunun adını Hakan verdi. Allah’ın hikmetinden sual olunmazmış. Hemen bir yıl sonra bir oğlu daha oldu. Herkes ilk çocuğuna babasının adını vermedi diye demediğini bırakmamıştı. Bu defa Cemal verdi oğlunun adını. Çok geçmedi 3 yıl sonra yine hamile kaldı eşi. Doğuma 2 ay kala kayınvalidesi vefat etti. Kız olacağı umut edilerek adıyla geliyordu çocuk. Ancak yine oğlan oldu bu defa da kayınpederinin adını verdi Raşit’e. 
İlk öğrencilerini mezun ettikten sonra artık şehir merkezine gelmek istedi. Geldi de. Görev yaptığı Hürriyet İlkokulunda okul müdürü, arkadaşı, Süleyman Demirezen’di. Ancak siyasi çatışmalar orada da yakasını bırakmadı. Sıkıntı çıkacağı anlaşılınca Cumhuriyet İlkokulu’na tayin oldu. Cumhuriyet hem evine yakındı hem de doğu görevi için tayini yapılmasın diye eşi Nurten’e açtıkları tuhafiye dükkânına yakındı. Formalite icabı açtıkları o küçücük dükkân Bucak’ta kimsenin bulamadığı ilginç eşyaların satıldığı bir yerdi. Nurten emekli olana kadar çalıştırdılar. Tayin olduğu yıllarda Cumhuriyet’in belki de tek ülkücü öğretmeniydi. Ama Cumhuriyet İlkokulu’nda siyasetten çok bir aile ortamı vardı. Büyük dostluklar kurdu ve orada uzun yıllar çalıştı. 

Öğretmen Mehmet, güzel zeybek oynardı. Bir gün dersine teftişe gelen müfettiş İbrahim Yapar öğrencilerine gönüllü öğrettiği halk oyunlarının belgesini almasını söyledi. Burdur’da açılan kursa bir araba öğretmenle gittiler. Artık belgeli halk oyunları öğreticisi olmuştu. Bucak’ta unutulmaya yüz tutmuş halk oyunlarının yeniden canlanmasında büyük emeği vardı. Onlarca kurs açıp öğrencileri başta olmak üzere yüzlerce insana halk oyunlarını öğretti. Artık düğünler daha zevkli, görsel anlamda daha güzelleşmişti. 

Yıllarca yaptığı öğretmenlikten sonra öğretmenevi müdürlüğünü istemişti. Uygun görüldü ve öğretmenevi müdürü oldu. Yıllarca oradan oraya taşınan öğretmen evinin müdürlüğünü yapmış çok yakından tanıştığı Enver Öztürk’le de konuşarak şimdi ki öğretmenevinin yerindeki pürüzleri de ortadan kaldırmıştı. Bina yapıldığı yıl, öğretmenevi müdürlüğünden ayrıldı. Halk Eğitim müdür yardımcısı oldu. Halkla iç içe olan bu adam için en güzel yerlerden biriydi Halk Eğitim Merkezi. Ancak dönemin baskın isimleri orada da rahat vermediler ona. Gitti geldi, gitti geldi. Her defasında geri dönmüştü. Sonunda emekli olmaya karar vermişti. Ama Boğazköy’de müdürlük koltuğu boştu. Ömrünce çalışmış olan memleket sevdalısı bu adam, emekli olmak istemiyordu. Çalışır mısın dediler, uzak demedi, kötü demedi eski demedi, gitti Boğazköy’e müdür oldu. İlk başlarda garipsediler bu yıllara meydan okuyan yeni müdürü. Farklıydı, öncekilere benzemiyordu. Bir yandan düğüne gidip köylünün sevincine ortak olurken bir yandan da cenazelerinde hüzünlerini paylaşıyordu. Yeri ve zamanı geldiğinde kahveye gidip gerektiğinde de posta koyuyordu. 

Anası ile babası mevzu bahis olduğunda gözü hiçbir şey görmezdi. İstisnasız her şeyine saygı duyduğu üzerine titrediği ve örnek aldığı gözlerinin içine baktığı babasını, 93 yaşında toprağa verdi. Ardında anası kalmıştı. Zaman geçti anası hastalandı. Önceleri kardeşleriyle birlikte baktığı yatalak anasına 2,5 yıl en büyük destekçisi, yol arkadaşı karısı Nurten’le baktı. Şu fani ömürde ana baba duasını da almıştı.

 Emekliliğinin son gününe kadar çalıştı Koca Müdür Mehmet Acar. Altmış gün izin hakkı vardı onu bile kullanmadı. Her Müslüman gibi kutsal topraklara gitme isteği vardı. Hacca niyet etti kurasına yazıldı. Ancak ölüm vardı, sakatlık vardı. Kurayı beklemeden Umre ziyareti için hazırlandı ve gitti. O yaşına ve durumuna rağmen Hacer-ü’ l Esvet’e elini yüzünü sürmüştü. Dualarını etmişti. 

Akrabalarına dostlarına arkadaşlarına çok düşkündü. Hatta bir gün bir yerde oturup sohbet ettiği insanı sevdiyse onu arkadaşı dostu kabul ederdi. İnsan biriktirmek onun en büyük şiarıydı. Tüm bu insanların bir arada bulunmasını sağlar ve derdi olanın derdini kendi derdiymiş gibi görür çözüm arardı. Dostlarını arkadaşlarını sahiplenir onlarla ilgili her konuda bazen ileri derecede fikirler yürütür, kararlarına etki etmeye çalışırdı. Her şeyden önce kötü gün dostunun apaçık bir örneğiydi. Üç erkek çocuk babası olan Mehmet Acar, çocuklarını okutmuş topluma kazandırmıştı. Ekonomik olarak zengin bir adam değildi. Mal varlığını sorsanız bir evi bir de arabası vardı. Ama üç çocuk okutup büyütmüştü. En büyük mirası şu fani dünyada gök kubbede bir hoş sadâ bırakmasıydı. Çocuklarına sert, ağır ve otoriter bir baba olan bu adam emekli olduktan sonra ona torunlar bahşeden Allah’a şükürler sunmuş bir senedir her bir torununun tonton dedesi oluvermişti. 

Yaşamının son gününe gelmişti. Son saatlerini yaşıyordu artık bilmeden…26 Kasım 2021 günü cuma namazını kılmış daha sonra torununu okuldan almaya gitmişti. Dönüşte geçirdiği trafik kazasında kafasını vurduğu için beyin kanaması geçirip hastaneye götürüldü. Ondört gün yattı yoğun bakımda. Evlatları onu götürdükleri hastaneden ne bileceklerdi ki babasız eve döneceklerini son görüşleri olduklarını… 

Allah’ın takdirine bakın ki 09 Aralık 1979 günü gelinliğiyle karısı Nurten’i Çebiş’e götüren Mehmet aynı gün 09 Aralık 2022 günü bu defa beyaz kefene bürünmüştü. Çebiş köyü böylesi bir kalabalığa şahitlik etmemişti bugüne kadar cenazeye katılanların konuşması görüşü böyleydi. 

Ve bugün, tarih 20 Ağustos 2022 Mehmet’in doğum günü. Böyle bir babanın evladı olarak 
İyi ki doğdun başbuğum, 
reisim, 
hocam, 
sırdaşım, 
BABAMMM!!! Biz senden razıydık, Allah da senden razı olsun.